Mehmet Atakan Foça, Mülteci TV, 20/12/2011
Uluslararası Af Örgütü'nün "Haklar İçin Bir Mektup Yaz"
kampanyasında Türkiye ayağında vaka olarak seçilen Halil Savda: "Bedelli
için verilen paralar sağlık harcamalarına, şehirlerin altyapısına,
doğanın korunmasına gitmiyor; silaha, iktidarın kurumlaşmasına gidiyor."
Halil Savda 2004'te vicdani reddini açıkladıktan sonra toplamda 17 ay
cezaevinde yattı. Hakkında açılan üç dava halen sürüyor. Vicdani
reddini ilan ettiği askeri birlikte tecrit hücresinde tutuldu, işkence
gördü.
Uluslararası Af Örgütü, 2011 yılında dünya çapında hakları ihlal
edilen 14 kişi için gerçekleştirilen "Haklar İçin Bir Mektup Yaz"
kampanyasında, "Mektup Yazma Maratonu"nun Türkiye ayağında Halil
Savda'yı seçti. Kampanya boyunca çeşitli ülkelerden aktivistler Savda ve
diğer hak ihlaline maruz kalmış vakalar için mektup yazarak, ülkelerin
hükümetlerine sessiz kalmadıklarını gösterdi.
Halil Savda ile Af Örgütü'nün kampanyasını ve Türkiye'nin vicdani ret gündemini konuştuk.
Uluslararası Af Örgütü bir mektup yazma maratonu başlatarak,
insan hakları savunucularını seni desteklemeye çağırdı. Ne düşünüyorsun,
ne hissediyorsun?
Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) dünyada insan hakları
ihlallerine karşı mücadele eden bir organizasyon. Af Örgütü elli yıl
önce bir mektupla kuruldu ve bugün dünya çapında bir organizasyon.
Aslında Af Örgütü'nün devasalığı bir mektubun nelere kadir olduğuna çok
iyi örnek. Bir mektup binlerce kişinin hayatını değiştirdi. Toplumların
ve devletlerin demokratikleşmesine ve insan haklarına uygun yaşamalarına
vesile oldu. Amnesty bu sene de 40 farklı ülkede 40 farklı insan hakkı
ihlaline karşı, o ülkelerdeki insan hakları ihlallerinin düzeltilmesi ve
insan haklarına uygun düzenlemelerin yapılabilmesi için çeşitli
organizasyonlar düzenliyor. Bu ülkelerden biri de Türkiye, vakalardan
biri de benim uğradığım sistematik yargılama ve cezalandırılmamdır.
Türkiye'de, Fransa' da ve başka ülkelerde benim durumuma dair Türk
hükümetine bir yıl boyunca mektuplar gönderilecek. Eminim ki bu
mektuplar Türkiye demokrasisine katkı yapacak. Türkiye de vicdani ret
hakkının ve ifade hürriyetinin sağlanmasına hizmet edecektir. Bu
bakımdan Amnesty Türkiye şubesinin başlattığı imza kampanyasını
önemsiyor ve herkesi bu kampanyaya destek vermeye çağırıyorum.
Geçtiğimiz hafta Amnesty'nin daveti üzerine diğer ülkelerdeki insan
hakları ihlaline maruz kalmış insanlarla buluşmak ve Türkiye'nin ifade
özgürlüğü konusunda yaşadığı geriliği anlatmak için Fransa'ya gittim.
TCK 318 "halkı askerlikten soğutmak" suçlamasıyla defalarca yargı
önüne çıkarılmam nedeniyle yaşadığım hak ihlalinin sona ermesi için Türk
hükümetine mektup gönderme ve imza toplamak amacıyla başlatılan
maratona katıldım. Fransa'da bir dizi görüşmeler yaptım. Fransız
kamuoyunu bu konuda duyarlı kılmak ve Türkiye'nin vicdani retçilere ve
vicdani retçi dostlarına karşı sergilediği baskı ve cezaları görünür
kılma hususunda önemli çalışmalar yapıldı.
Bu kampanyalar belki söz konusu ülkeleri köklü bir değişime
uğratamayacak, köklü bir özgürlük ortamı yaratmalarına neden olmayacak
ama en azından yönetimler, iktidarlar yaptıkları ihlaller konusunda
uluslararası kamuoyunun duyarlı olduğunu ve insanların bundan habersiz
olmadığını görecekler.
Bu açıdan Af Örgütü'nün başlattığı maraton önemli, insan haklarını
çiğneyen ülkelerin yönetimlerinin caydırılması ve baskı altında
tutulması açısından gerekli ve belki de bu kampanyalar birçok insanın
yaşama hakkını sağlayacak. Birçok ülkede ifade özgürlüğünün sağlanmasına
hizmet edecek.
Bu tarz organizasyonların hükümetleri caydıracağını düşünüyor musun?
Hiç kuşku yok ki hizmet edecektir. Benim mesela bir sene önce halkı
askerlikten soğuttuğum iddiasıyla almış olduğum beş aylık bir hapis
cezası var. Af Örgütü iki yıldır bu cezanın kaldırılması için
kampanyalar düzenliyor. Yine dünyadaki çeşitli pasifist grupların bu
yönde çalışmaları var. En önemlisi Türkiye'de insan hakları
savunucuları, anti-militaristler, TCK madde 318 "halkı askerlikten
soğutmak" sucunun kaldırılması için mücadele ediyorlar. Bu mücadele ve
çabaların kuşkusuz hükümet üzerinde baskısı ve etkisi var. Bundan ötürü
de sanırım, cezam Yargıtay'da onanmasına rağmen beni cezaevine
almıyorlar.
On binlerce insan Af Örgütü'nün kampanyasına katılarak senin
için başbakana mektup yazdı. Sen bundan sonra tekrar tutuklanabileceğini
düşünüyor musun?
Bilmiyorum, Türkiye'de her şey olabilir. O kadar saçma sapan şeyler oluyor ki(!) Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakoğlu, Faysal Sarıyıldız gibi milletvekili ve yazar, çizerler KCK üyesi hatta yöneticisi olduğu gerekçesiyle tutuklanıyor. Ahmet Şık, Nedim Şener gibi yazar ve gazeteciler, Ergenekon terör örgütü üyesi diye gözaltına alındı, uzun süredir cezaevinde tutuluyorlar.
Bu yüzden Türkiye'de savcıların ve mahkemelerin ne yapacağını doğrusu kestirmek mümkün değil. Pınar Selek,
birçok defa beraat etmesine rağmen, tekrar hapse gönderilmek isteniyor.
Selek gibi barış savunucusu birine bile böyle davranıyorlar. Hala
cezaevinde olan vicdani retçiler var.
Vicdani retçi Muhammed Serdar Delice birkaç hafta önce askeri cezaevine konuldu. Birkaç gün önce İnan Süver cezaevinden
çıktı ama yargılanmasına devam ediliyor. Süver barışı, vicdani ret
hakkını savunduğu için, zorunlu askerliğe karşı olduğu için
yargılanıyor. O yüzden Türkiye'de benim cezaevine alınmamam çok düşük
bir ihtimal. Büyük ihtimalle beni yeniden cezaevine alacaklar.
Her şeye rağmen halkı askerlikten soğutma suçunu görünür kılmak, ona
karşı mücadele etmek lazım. Vicdani ret hakkını savunmak, zorunlu
askerliğe karşı çıkmak lazım. Bunlar tabii ki Türkiye'deki
demilitarizasyon açısından önemli. Bu mücadele olmasa emin olun
cezaevindeki vicdani retçilere çok daha ağır işkenceler
uygulayacaklardı. Türkiye'de vicdani retçiler çok daha uzun süre askeri
cezaevlerinde tutulacaklardı. Bu uluslararası dayanışma, Türkiye'deki
insan hakları örgütlerinin, muhaliflerin bu konudaki duyarlılıkları
sayesinde vicdani retçiler çok daha uzun süreler cezaevinde
tutulamıyorlar. Retçilerin daha esnek bir süreç yaşamalarının sebebi bu
mücadeledir.
Bedelli askerlik hakkında ne düşünüyorsun?
Silahlı kuvvetler için ne bir lira ne bir saniye. Ne tek kuruş vermek
gerekiyor, ne de orada bir saniye askerlik yapmak gerekiyor. Çünkü
sonuçta insanların bedelli için verdiği paralar sağlık harcamalarına,
şehirlerin altyapısına, doğanın korunmasına gitmiyor; silaha, iktidarın
kurumlaşmasına gidiyor. Dolayısıyla ben bir vicdani retçi olarak böyle
bir yola başvurmam. Böyle bir yola başvurulmasını da önermem.
Ama her şeye rağmen, askerlikten muzdarip olan, zorunlu askerlik
nedeniyle ciddi travmalar yaşayan insanlar var. Hayatları, aileleri
yaşamları alt üst olan insanlar var. Belki parası olan ve uzun
yıllardır askerlik yapmak istemediği için mağdur olan bazı insanların
mağduriyetinin giderilmesine de hizmet edebilir. Bu açıdan da kötü bir
düzenleme değil. Parası olan insanların askerlik yapmamak gibi bir
seçeneklerinin olması güzel bir şey. Keşke parası olmayanlara da böyle
bir olanak tanınsa.
Keşke yirmi yaşından itibaren herkes için sürekli böyle bir düzenleme
olsa. Yıllardır asker kaçağı olan insanlar tanıyorum, mağdur durumda
olan insanlar var. Böyle bir olanağın sunulması da iyi bir şey.
"Hükümetin haktan anladığı vicdani ret cezası"
Bedelli askerlikle beraber vicdani reddin de yasalaşacağı
konuşuldu. Ardından yalanlandı ve en sonunda Milli Savunma Bakanı
askerlik yapmak istemeyenlerin bir defaya mahsus hapis cezasına
çarptırılacağını açıkladı.
Hükümet her konuda söz söylüyor. Dersim konusunda özür dilendi,
önemli bir şeydi. Ama başbakan sadece özür diledi bu özre dair hiç bir
şey yapmadı. Dersim'den sürülen insanlar uzun yıllardır mağdur
durumdalar.
Bu insanlara ilişkin hükümetin bir çalışması var mı? Yok.
O dönemin arşivler açıklandı mı? Hayır.
Dersimin kayıp kızlar konusunda adım atıldı mı? Hayır.
O dönemin yöneticilerine dair, hükümetin veya mahkemelerin bir
çalışması da yok. Hala Mustafa Kemal en büyük kahraman olarak görülüyor.
Oysa Dersim Soykırımı'nın kararını bizzat Mustafa Kemal verdi.
Dolayısıyla Türkiye bir özürle bu sorunla yüzleşemez.
AKP'nin her konuda söz söyleyip icraat yapmama gibi bir politikası var.
Başbakan silahlı kuvvetler için "peygamber ocağı" diyor. Orayı kutsal
bir mekan olarak görüyor. Bu yüzden vicdani ret gibi bir düzenlemeye
mümkün olmayan bir iş gözüyle bakıyor. Hemen ardından milli savunma
bakanı da, vicdani ret cezası getireceğiz diyor. Yani aslında hükümetin
haktan vicdani ret düzenlemesinden kastı vicdani ret cezası.
Bu çözüm değil, hala insanlar retçi oldukları için mağdur. Vicdani
retçilerin seyahat özgürlüğü ve sağlık güvencesi yok. Dolayısıyla
Türkiye'de retçi oldukları için mağdur olan insanlar var.
Sadece onlar değil, retçilerle dayanışma içinde olan, vicdani ret
hakkını savunan aktivist, insan hakları savunucuları da halkı
askerlikten soğuttukları iddiasıyla mahkeme karşısına çıkarılıyorlar
hapis cezası ile cezalandırılıyorlar.
Vicdani ret hakkını savunduğum, vicdani retçilerin uğradığı insan
hakları ihlallerini protesto ettiğim, zorunlu askerliğe karşı çıktığım
için TCK madde 318 "halkı askerlikten soğutma" suçlaması ile süren üç
tane davam, kesinleşmiş bir tane cezam var.
Dolayısıyla gerçekten bir vicdani ret düzenlemesi yapılacaksa,
vicdani retçilerin ve insan hakları savunucularının hakim karşısına
çıkarılmasından ve cezalandırılmalarından vazgeçilmeli.
"Mahalle baskısı yaşanmaz"
Vicdani ret yasalaşıp devlet tarafından kabul edilirse, bunun
kamuoyundaki yansıması nasıl olacak sence ?Retçiler bir de mahalle
baskısı altında ezilmeye çalışılacak mı ?
'Türkiye'de En saygın kurum ordu' deniyor. İktidara yakın araştırma kurumları, gazeteler sürekli bunu söylüyor. Yine deniyor ki 'Toplum
yüksek bir saygıyla orduya bağlı, insanlar isteyerek, severek askerlik
yapıyorlar. Hatta devletlerini o kadar çok seviyorlar ki devletleri için
çatışıyor, savaşıyor, şehit düşüyorlar. Ve şehit düşen erlerin aileleri
de bu vatan sevgisiyle, çocuklarının vatan uğruna ölmesine çok
seviniyorlar, bundan çok mutlular.' Bize böyle anlatılıyor.
Bu büyük bir yalan. Böyle bir şey yok. Böyle bir ülkede bir milyon
asker kaçağından söz ediliyor. Bunu da ben değil, bir önceki savunma
bakanı Vecdi Gönül DTP'li milletvekillerinin meclisteki bir soru
önergesi üzerine söyledi.
Bu kadar vatanını ordusunu seven bir toplumda bir milyon asker kaçağı
var(!) Bu açıkça şunu gösteriyor ki devlet ve onun medyası toplumu
yanıltıyor. Aslında bu yanıltmayla devlet 'Askerliği sevin, askerken ölseniz de vatan için ölüyorsunuz' demek istiyor. Devlet ailelere de 'Çocuklarınız askere gitsin, orda ölsün, öldükleri zaman büyük bir vatan hizmeti yapmış olacaklar' diyor.
Vicdani ret Türkiye'de yasallaştığında, demokratik bir hak olarak
tanındığında, retçilere toplumda mahalle baskısı yaşanmayacaktır. Küçük
bazı bölgelerde böyle vakalar yaşanabilir ama tersi de mümkün. Bazı
bölgelerde de askere gidenlere mahalle baskısı yaşanabilir.
Türkiye'de bugün Avrupa'dakine benzer sivil kamu hizmeti gibi bir
uygulama başlarsa, Türkiye'nin demokrasisi ve demilitarizasyonu
açısından önemli bir adım atılmış olur. Bunu destekliyorum. Ancak
Türkiye'de sivil kamu hizmetinin var olması, zorunlu askerliğin kamu
hizmeti olarak görülmesi ve bunun tümden kalkmaması durumunda total
retçilerin sıkıntısı ortadan kalkmayacak.
Bugün vicdani retçi olanların çoğu total retçi. Bu insanlar mağdur
olmaya devam edecek. Bunun çözümü zorunlu askerliğin sona erdirilmesi ve
zorunlu kamu hizmeti uygulamasından vazgeçilmesidir. Ama total reddin
tanınması da tek başına Türkiye'de köklü ve kalıcı barışa hizmet
edemeyecektir. Zorunlu askerlik uygulaması kalkarsa hükümet profesyonel
orduya geçecek ve Türkiye'de militarizasyon baki kalacaktır. Bu nedenle
savaş karşıtlarının ve anti-militaristlerin mücadelesi sürecektir.
Militarizasyonu yok etmenin yolu nedir?
Sadece Türkiye'de değil, dünyanın birçok yerinde bu sorun var. Şiddet
toplumda bir çözüm aracı olarak görüldüğü sürece militarizasyondan
kurtulmak pek mümkün değil.
Türkiye'deki retçiler ile Avrupa'daki retçiler arasında ne
fark var? Avrupa'daki vicdani retçilerin içerisinde total retçiler
olmadığı için mi kamu hizmeti ile yetiniyorlar?
Avrupa'da zorunlu askerlik uygulamasının olduğu dönemde hem total retçiler hem de vicdani retçilere vardı.
Avrupa'da vicdani retçilik geliştiğinde dini nedenlerle insanlar
askerlik yapmak istemiyorlardı. Birinci Dünya Savaşı'nda daha politik
bir duruma büründü. Sosyalistler ve anarşistlerin de vicdani retçi
olmasıyla, Avrupa'daki vicdani ret daha örgütlü topluluklar tarafından
geliştirilmeye başlandı.
Vicdani ret onların politik duruşlarının Birinci Dünya Savaşı'na
karşı tutumlarının ifadesi oluyordu. İşin önemli bir yanı da vicdani
reddin Avrupa'da sadece zorunlu askerlik karşıtlığı olarak varolmasıdır.
Bundan ötürü de zorunlu askerlik uygulaması ortadan kalktığında vicdani
ret mücadelesi de bitti. Talep zorunlu askerlik uygulamasının
kaldırılmasıyla karşılanmış oldu.
Türkiye'de vicdani reddin ortaya çıkması çok yeni. İnsanlar vicdani
ret açıklarken, örgütlü yapılardan gelerek bu mücadeleye başlamadılar.
Vicdani ret açıklamaları daha kişiseldi. Bunların çoğu da pasifist
insanlardı. Şiddeti muhalif olmanın aracı olarak da görmediler zaten.
Daha çok demilitarizasyonu ve şiddetsizliği savundular. Yani ordunun
köklü olarak kaldırılmasını talep etiller.
Açıklamalarında sadece orduya karşı çıkmadılar, tahakkümcü ilişkilere
de toplumdaki iktidar kültürüne de karşı çıktılar ve bunun giderilmesi
için çaba harcadılar. Vicdani reddi aslında köklü bir dünya görüşünün
ifade edilmesi olarak gördüler. Türkiye'de pasifistlerin kendilerini
ifade etmesinin yolu, ilk dışavurumu vicdani ret açıklamalarıdır. Bu
açıdan Avrupa'yla farklılıklar arz ediyor.
Türkiye de kadınlar için zorunlu askerlik uygulaması yok. Dünya da
kadınların zorunlu askerlik uygulaması zorunluluğuna tabi olmadan
zorunlu askerliğe karşı çıkan kadınlar yok. Bunun ilki Türkiye'dedir.
Bunun nedeni Türkiye'deki vicdani retçilerin retlerindeki fikri arka
plandır. Bu arka plan, pasifist, iktidar karşıtı, özgürlükçü, feminist
ve şiddet karşıtıdır.
2005'te aldığın cezayı AİHM'e taşımıştın, oradan bir şey çıkmadı mı henüz?
Yine vicdani retçi olmam nedeniyle askeri cezaevinde 17 ay kaldım.
Buna ilişkin Türkiye aleyhine AİHM'de 2005 yılından bu yana açmış
olduğum dava devam ediyor. Yakın bir tarihte bu dava konusunda bir
gelişme bekliyorum. Yine avukatım Kadriye Doğru Kasım 2010'da aldığım
beş aylık ceza nedeniyle Türkiye hükümeti aleyhine AİHM'e başvuruda
bulundu. Ancak başvuru yeni olduğu için henüz bir gelişme yok.
No comments:
Post a Comment